7 Ekim 2013

Kaos futbolu Fenerbahçe'ye yaramaz



Tribünler sezonun en hazır ve en etkili görüntüsünü bu maça saklamıştı. Atılan her golün 3 Temmuz’un Fenerbahçe adına esas oğlanına karşı olacağını biliyorlardı ve sezonun en iyi taraftarı vardı tribünlerde.
Maç da bu etkiyle başladı. Kadroda pek sürpriz yoktu. Kazanan takım bozulmamış bir tek sakatlanan Alves yerine Bekir girmişti 11’e. Fenerbahçe uzun bir aradan sonra bu kadar dominant futbolu kime oynamıştı hatırlamıyorum. Hafızamda yine bir Trabzon maçı vardı ki orada da şampiyonluğu bırakmıştık zaten…

Rakip Trabzonspor’un Kadıköy’e tamamen 1 puana geldiğini orta sahayı hiç geçmek istememesinden anladık. 11 adamı geride bırakıp özellikle Caner ve Gökhan’a özel önlem almaya çalışmışlardı. Caner bu markajdan pek etkilenmese de, Gökhan vasatı aşamadı bir türlü. Aslında maç ciddi şekilde Trabzonspor yarı sahasında ve Fenerbahçe üstünlüğünde geçse de her geçen dakika kaos futboluna dönüşmeye başladı.
İşte tam bu sırada hoca faktörü devreye girecek ve oyun içinde bir lider arayan takımına ikinci yarı ayağında top tutabilecek bir ara pası yuvarlayabilecek bir oyuncu sokacağını düşündük. Bu isim ilk olarak Salih veya Emre’ydi. Benim beklentim öncelikle Salih’ti ama hoca Emre’yi aldı 50’de. Fakat Emre’yi ön tarafa değil Topal’la birlikte arkaya atıp Holmen’i önde bırakınca bu tercihin de çöpe gittiğini anladık. Bu tercih Emre’yi etkisizleştirdiği gibi, Holmen’in de vasat görüntüsünü değiştirmedi. Oysa Emre yerine Holmen Salih değişikliği yapsaydı hoca, saha içindeki liderini de bulacaktı.

Golün gelmediği bir sonraki hamlesinde de tamamen kumara döndü. Cesaret mi akıl mı ? sorularına Ersun Hoca cesaret yanıtını verip Holmen’ini de oyundan çıkartıp yerine Emenike’yi alınca maç tamamen kamikaze anlayışına  ve bir nevi kaos futboluna döndü. Fenerbahçe top tüfek saldırıyor ama bu hamleler Trabzonspor’a cesaret vermeye başlıyordu. Belli ki, Ersun Hoca’nın kafasında 1 puan ile 0 puan’ın bir farkı yoktu. Yanımdaki arkadaşlar bu tercihi yenileceksek böyle yenilelim diye özetlese de bence akıl önce gelmeliydi. Bildiğim kaos futbolu hiçbir zaman Fenerbahçe’ye fayda sağlamadı sağlamayacak da…

Sonuç olarak 22 şut ve 40 orta gibi çok ezici bir oyundan gol çıkartamamak da ilginçti elbet ama 7 haftalık Fenerbahçe’de ortaya çıkan görüntü koşan ve mücadele eden bir takım olma yolunda ilerledikleri. Maçı bırakmayıp sonuna kadar arzulamaları da cabası. Fakat takımın bir saha içi lideri akil adamı olmalı. Bu kadroda buna en uygun isimler de Salih Emre ve Christian’dır. Hoca’nın bu 3’lüden birini takıma kazandırması şart.


Maçın adamları ise ince ince maçın her anını düdükle kesen rakibi ezdirmeyim derken bütün otoritesini kaybeden rakibin oynamamaya geldiğini göremeyen hakem ve her pozisyonda vakit çalan ve maç sonunda 3 gün sonra tekrar o stada geleceğini unutan ve tribünleri provoke eden kaleci Onur’dur… 



29 Eylül 2013

Deplasman kâbusu bitiyor mu ?

 Tipik bir Ersun Yanal sezon başlangıcı mı görüyoruz yoksa gerçekten Fenerbahçe’de işler yavaş yavaş düzene mi giriyor bilmiyoruz. Buna yanıtı zaman verecek ama Ersun Yanal gittikçe takım üstünde kendisini hissettirmeye başladı. 40.dakikada takımın en iyilerinden biri olan Meireles çıktığında onu Salih’le değiştirmek oldukça cesur bir hamleydi. Üstelik sahada bir de Alper varken. Bu, Ersun Yanal’ın ikinci yarı daha da çok saldıracağının bir işaretiydi elbet ama sıradan bir Selçuk veya Topuz hamlesi yapmaktansa daha riskli ama cesurca Salih’i koymaktan çekinmedi.  
Ersun Hoca, deplasman zafiyetini unutmadan geçmiş maçlardan ders almış, rakibi Gençlerbirliği’ni iyi analiz etmiş ve oldukça ciddiye almıştı. Bu yüzden genelde rakibi geride karşılamayı seçmiş ve  Topal’ı stoperlere gömülü, bekleri ise pek çıkartmadan  geçirdi ilk yarıyı.  Alper vasat bir görüntü çiziyordu ve takımın en canlı ve diri ismi Meireles de sakatlanınca ikinci yarı atılan bir gole yatılacakmış gibi düşündük doğrusu. Bunun dışında ilk yarıda akılda kalan Caner’in kestiği ortalar ve Meireles’in şutları oldu sadece…

Fakat ikinci yarı yanıldığımızı anladık. Özellikle Caner’in kanadından bindirmeye, ortadan Alper’in dikine zorlamalarıyla üst üste pozisyonlar gelmeye başladı ve bir karambol içinde takımın ağır işçisi Kuyt topu filelerle buluşturmayı başardı. Golden daha önemlisi gol’ün bağıra bağıra gelmesiydi. İkinci yarının başlamasıyla birlikte önce fizik gücünü gösterdi takım. Sonra organize şekilde kanatlardan inmeye başladı. Alper’in ilk yarıya oranla canlanmasıyla ve Topal’ın da biraz öne çıkmasıyla birlikte takımın etkinliği arttı. Gol’ün zamanlaması bir harikaydı. Gol’den sonra Gençler risk almaya Fenerbahçe’de pozisyonları arttırmaya başladı. Webo Emenike değişikliğiyle birlikte Ersun Hoca Diyadin’e havlu attırmak istese de hem Sow hem de Emenike içlerine Guiza kaçmışçasına golleri kaçırdıkça Gençlerbirliğini oyunda tuttular. Bu aralarda yenilecek bir gol bu emeklere yazık edecekti ama savunmada pozisyon da vermediler . İkinci yarı tam bir gol kaçırma yarışına döndü.

Maçın adamına gelince her maç üstüne koyan, formanın verilmeyeceğini ama alınabileceğini çok iyi gösteren ve bu maçta neredeyse orta yapma rekoru kıran Caner’di bence. Yaptığı ortaların neredeyse tamamı rakip için ciddi tehlike yarattı. Yetmedi defansta da çok iyi toplar çıkarttı. Bravo Caner, böyle devam et ama ne olur hakemlerden uzak dur. Korner direğinde maruz kaldığın hakem dialoğu ise çok gereksizdi.  
Maçın etkisiz iki adamı ise kesinlikle Volkan ve kısa süre almasına rağmen Emenike oldu. Uygulanmaya başlanan kale çizgisi hakemleri en çok Volkan’ın konsantrasyonunu bozuyor galiba. Devamlı çizgi hakemine bir şeyler anlatırken görüyoruz onu. Üstelik gol pozisyonu devam etmesine rağmen. İkinci kötü ise Emenike oldu yine. Beklentileri karşılama stresi iyiden iyiye geriyor onu. Ciddi bir mental destek lazım Emenike’ye. Kafaca rahatlaması gerekiyor. Bu şartlar altında takıma zarar verebilir. İki çok müsait pozisyonda arkadaşlarına vermeyip kendi atmak isteyince kendi morali de bozuldu. Şu şartlar altında ilk 11 başlaması zor.

Sonuç olarak Fenerbahçe, taktik disiplinle başladığı maçı rakibi çözerek oyununa devam etti ve fizik kapasitesiyle boğarak haklı bir 3 puan aldı. Takım seriyi devam ettirdikçe güven de artacak. Bugün tek gol olması ise talihsizlikti.


18 Ağustos 2013

Ersun Yanal'ın hatalı oyuncu tercihleri sonucu hazırladı

Fenerbahçe 2-0 galipken bile T.Konyaspor’la neredeyse aynı sayıda pas yapabilmişti. Bu da oyunu öndeyken bile hiçbir zaman tutamadığını, kontrole alamadığını göstermekteydi bize. Ersun Yanal öyle bir kadro ile çıktı ki, aslında hâlâ arayış içinde belli ki. Fakat daha da önemlisi bu kaçıncı resmi maçı ama henüz doğru kabul edeceğimiz bir oyuncu değişikliği tercihini göremedik. Bugün de yaptığı değişikliklerle maçın kaybına sebebiyet verdi Hoca.

Ersun Yanal’a sormak isterim; Fenerbahçe kadrosu bu kadar aciz mi ki, neredeyse tek gözüyle Kuyt bu maça çıkabiliyor? Yanlış anlaşılmasın Kuyt’un kötü oynadığını söylemek  istemiyorum. Fakat merak ediyorum kadro, hocaya göre bu kadar yetersiz mi? Emenike’yi bu kadar apar topar 11’e koymak şart mıydı? Kaç idman yaptılar birlikte? Kadroya alırsın, ikinci yarı gidişata göre sokarsın oyuna.

Fakat daha ilginç olanı Salzburg maçında da, Galatasaray maçında da bu maçta da rakiplerin golü bağıra çağıra geldi. 3 maçta da yediğimiz goller bize sürpriz olmadı biz tribünde gol yiyeceğimizi biliyorduk ama Hoca kenarda seyredip durdu.  Ne olur maçtan sonra ders çıkartacağız falan demesin. Ders çıkarttığı yok belli ki. Bu 3 maçta da, Fenerbahçe’nin en iyi oyuncusu kalecisi ise takımın kurgusunda defans yapısında bir zafiyet var demektir. Mert’in kurtardığı toplara yazık oldu bu sefer.

Fenerbahçe’nin bir tane Brezilyalı’sı kaldı takımda. Umarım ondan da biran önce kurtuluruz. 10 maçta 1 tane kritik gol atıp 9 maçı yatarak geçiren bir gamsız o. Ne hikmetse her hoca onu oyunda tutuyor. Koca 90 dakika sahada tek bir varlık göstermedi. Kendine belirlemiş olduğu 3 metrekare alanda dolanıp durdu. Bu kadar kolay mı Fenerbahçe’de oynamak ?

Biran önce takımdaki gidecek yabancı netleştirilmeli. Holmen derhal o bölgede Cristian yerine oynamalı. Holmen’in Baroni’ye göre çok daha fazla takım oyuncusu olduğunu biliyoruz.

Sonuç olarak ligi mağlubiyetle açarak kötü bir başlangıç yapıyoruz. Üstelik 2-0’dan 3-2 vererek tarihe de geçiyoruz. Hoca’nın kadro arayışları belli ki devam ediyor. Ama Ersun Yanal Fenerbahçe’de olduğunu unutmadan maçlara hazırlanmalı ve takımını hazırlamalıdır. Burada Fenerbahçe’nin çocuğu Aykut Kocaman’a bile ne zor tahammül edildiyse, Ersun Yanal farkına varamazsa birkaç hafta sonra Ersun Yalan olur kalır.

Benden söylemesi…


25 Temmuz 2013

Fenerbahçe PSV Hazırlık maçı nasıldı ?



Yine bir Mayıs sıkıntısından geçen uzun bir ara sonrası kavuştuk sevgiliye Mabed’de. Üstelik bu sefer yeni sezon formanın lansmanı da var dediler; koşa koşa gittik evimize. Yeni sezon, yeni hoca, yeni oyuncular ve yep yeni umutlarla...

Lansman öncesi yine bilinçli mi bilinçsiz mi bilmiyorum ama formalar sosyal medyaya sızmıştı. Yeni formalara gelen ilk yorumlar beğenilmediği yönündeydi. Benim de kanaatim bu yönde. Maç öncesi lansman şov ise tek kelimeyle muhteşem oldu. Migros tribünü önüne çekilen dev beyaz perde’ye yansıtılan görsel şölen dönem dönem duygusal efektlere de sahne oldu. Sonuç olarak forma tanıtımı formalardan çok daha fazla beğenildi.

Ersun Yanal’ın da ilk defa Kadıköy sakinlerine merhaba dediği ilk ciddi rakip karşısında gösterilen oyunu yorumlamak çok kolay değil. İlk göze çarpanlar Fenerbahçe’nin uzun yıllardır (Kocaman, Daum, Zico dahil) oynadığı oyun sisteminin farklılaşmaya başladığıydı. Bu farklılık  içinde kaptan Emre’nin öndeki dörtlünün hemen önlerinde ve belki de bana göre çok geride oyuna başlayıp kesicilik yapmaya çalışıp oyunu geriden kurmaya çalışmasıydı. Takımın daha çabuk ileriye kalabalık çıkma telaşı ve ön tarafta baskı yapmaya çalışması farklılık sayılabilirdi. Ancak oyuna başlayan 11’in çok zorlama bir 11 olduğu ve son derece uyumsuz olduğunu hemen belirtmeliyim. Bu uyumsuzluk içinde yeni transferlerden Kadlec’in önündeki Caner’le, Alves’in yanındaki Yobo ile, Emre’nin önündekilerle, Bekir ve Cristian’ın ve Raul’un hiç kimseyle ! bir uyumunu göremedik. 
İşin ilginç yanı süper kupa ve ligin ilk 4 haftasında kalede olmayacak Volkan’ın takımı tek başına taşıdığı ve en formda oyuncu olduğu görüldü. Bu 45’de özellikle defans ciddi S.O.S verdi ve eksiklikler net olarak dikkat çekti. Özellikle Caner’in yetersiz savunma anlayışı ile Kadlec’in hücuma çıkmayı sevmesi birleşince sol taraf bir ara yolgeçen hanına döndü. Alves ise devamlı o bölgeyi korumaya kalınca Yobo’da gedik vermeye başladı. Bekir ise benden sağ bek olmaz diye bas bas bağırdı ilk 45.

İkinci 45’de Ersun Hoca Volkan, Bekir, Emre, Cristian ve Caner’i soyunma odasında bırakıp yerlerine Mert,Topuz,Topal,Alper ve Stoch’u alınca  göze daha çok hoş gelen veya daha farklı ifadeyle daha uyumlu bir 11 izletmiş oldu. Bu dakikadan sonra oyunu hızlandıran keyiflendiren sahneler art arda geldi. Topal bıraktığı yerden devam ediyor. Sanki o bölgenin alternatifsiz ismi benim dercesine katkı sağladı. Alper bu takımın şans buldukça orta sahadaki özlenen, beklenen sürati olacağının sinyalini verdi. Stoch ise hücumcu fakat takım oyuncusu olduğunu da anlarsa ve ne kadar kollektif olursa bu sene bize farklı bir Stoch izlettirebilir. Özellikle Kadlec’le uyumu ile çok önemli mesajlar verdi. Fenerbahçe’nin bulduğu birkaç pozisyonda bu ikilinin anlaşması keyifliydi. İlk yarıda beğenmediğimiz Kadlec, Stoch’tan sonra çok daha verimli bir performans sundu bize. Sağbekde Gökhan Gönül’ün yokluğunda ise ne Bekir ne de Topuz çare olabilecek gibi değil. 
 
Meireles ise bu sene çok daha farklı bir karaktere bürünecek gibi duruyor. İkinci yarı çok fazla ceza sahasının önü ve içinde olup ofansif bir oyun çıkarttı. Bunun karşılığını da 2 gol pozisyonuna girerek aldı ama 2 direk buna izin vermedi.

Sonuç olarak adı üstünde bu bir hazırlık maçıydı ve eksikliklerin görülmesi gerekirdi ki bence görüldü bu eksiklikler. Ersun Hoca henüz 11’i kurmayı bir tarafa bırakalım 18’i bile netleştirememiş gibi. Ancak dün hiç dakika almayan Krasic’in bileti 11.yabancı olarak kesilmiş gibi duruyor. 

Salzburg öncesi ciddi bir rakiple oynamak önemliydi ama umarım Salzburg maçına daha uyumlu bir 11’le çıkarız.

Kadıköy’ü Temmuz’da üzülerek açtık umarım Mayıs’da sevinçle kaparız.
Merhaba yeni sezon.
https://twitter.com/ahmetceliksungu
 

6 Haziran 2013

Taksim Gezi Park eyleminde 10.gün izlenimleri



Taksim gezi parkı eyleminde 10.gün ve fakat Park ile Meydan olarak gittikçe 2'ye ayrılan bir profil ortaya çıkmaya başlamış. 

Parktaki  kalabalık ile meydan birbirinden çok farklı profil ve beklentiler içinde gözüküyor. Park'ta bir panayır, festival şenlik havası hakimken, Meydan biraz daha ideolojik söylemler içinde. 

Yaş, siyasi görüş beklenti ve amaçlar net olarak ayrışmış gibi. Her 2 alanın içinde detaya girdikçe bu daha da net anlaşılıyor. Park ne kadar genç dinamik ve yaratıcıyken Meydan o kadar hantal demode ve geçmişin hikayelerinden oluşuyor. 

Park her kesimden her kesime ve beklentisiz şekilde hitap etmeye çalışırken Meydan kendi ideolojisinin peşine düşmüş durumda. Gezi Park'ı mutlaka yaşamak, görmek ve tarihe tanıklık etmek gerekirken meydandaki hadiseleri seneye 1 Mayıs'ta veya Nevruz'da da görebilirsiniz. 

Park'ta Türkçe'den sonra sıklıkla duyduğum -turistler için- yabancı dil İngilizce iken meydan da sıklıkla duyduğum dil Kürtçe. 

Park'ta veteranından vejetaryanına kadar kozmopolit düşünce kendi kimliği ile varken, Meydan'da yüzleri tamamen kapalı agresif dövizler taşıyan  provokatif birçok kişiye de rastladım. Gezi'de çoğunluk yerde el ele tutuşup otururken Meydan'da ise herkes ayakta ve bir koşuşturmacada. 

Kandil gecesi hassasiyetine ise dikkat edilmişti. Hem Park'ta hem Meydan'da içki içen yoktu. 

 



Meydan'da Apo posteri ile halay çekenlerden ve Sözde Ermeni Soykırımı ile Katil T.C. sloganlarından sonra bu kadarı yeter bana diyerek ayrıldım. 

Sonuç olarak Gezi Park'ı ne kadar sempatikse Meydan bana bir o kadar antipatik geldi... Dengeleri korumak ise çok önemli meydanda. Bu denge korunamaz ve iş uzarsa uç noktaların birbiriyle çatışması kaçınılmazmış gibi geliyor bana...

12 Nisan 2013

Acı yoksa zafer de yok...



 Aykut Kocaman ve öğrencileri 106 yıllık kulüpte üstelik 3 Temmuz gibi ağır bir travmadan dirilip yeni bir tarih yazıyorlarsa tüm Fenerbahçe’lilerin de ayağa kalkıp sonuna kadar alkışlamaları lazım hocalarını…

Aykut Kocaman’ın oyuncu tercihleri, oyunu okuyup okumaması, yıldızları yönetemediği vs vs hepsi konuşuldu durdu sezon boyunca. Yetmedi hocayı istifaya sürükleyen binlercesi oldu Kadıköy’de. Yetmedi önce Aziz Başkan’ın sonra Aykut Hoca’nın gitmesi için Fenerbahçe’sinin yenilmesini isteyen tuhaf Fenerbahçeliler oldu…

Topuk Yaylası geliyor önce gözümün önüne. Selçuk Şahin’in akan gözyaşları ile boğazına düğümlenen sözcükleri… Silivri, Çağlayan günleri, Kadıköy Mitingi. Kadın ve Çocuklarla geçen o müthiş maçlar. Birer birer yuvadan kopan futbolcular. Para sayarken yakalandı diye atılabilecek en büyük çamurla kaçırdığımız müthiş ayaklar. Başkan’a yapılan hain muamelelerle geçen günler. Yönetim’in başkan çıkar çıkmaz ortadan kaybolması…

Hepsine direnen Kocaman bir adam… Teknik adamlığın çok ötesinde bu kulübe sahip çıkıp tüm camiayı 3 Temmuz’da ayakta tutmayı başaran bu adam, yeniden Fenerbahçe’yi 3 kulvarda yarışta tutan bu adam çoğunun beğenmeyip burun kıvırdığı oyun anlayışıyla sabırla oyuncularına öğrettiği bu anlayışla Avrupa’nın son dördüne kalmayı başardı…

Teşekkürler Aykut Hoca’m… Takımına bizden daha fazla inandığın ve oyuncularını da buna inandırdığın için ve bize bir Tarih’e tanıklık etme şansı verdiğin için…

Söylenecek çok şey var. Ama mutluluk bastırıyor kelimeleri.

Fenerbahçe dün Roma’nın büyülü stadında nasıl oynaması gerekiyorsa o denli kontrollü dinamik ve konsantre vaziyette oyuna çıktı. Bütün ilk 45’de oyunun hakimi Lazio gibi gözükse de pozisyon bulamayan Romalılar devamlı uzaktan şutlarla kaleyi denediler. İlk 45 hepimiz için rahat geçti.

Oyuncuların hepsinin gözünde biz bu maçı alacağız inancı gözüküyordu. Öyle ki, Volkan bile sezonu bu maçta açtı belki. O eski Volkan’ı bize izletti…

Roma’da evinde Lazio gibi takımdan gol yemek sürpriz değil, anlaşılabilirdi. Fakat istediği anda da golü bulmasını bildi Fenerbahçe. Üstelik çok adamlı tek paslı harika bir atak organizasyonu ile…

Artık söylenecek bir şey yok. Finali istiyoruz. Aykut Kocaman bize sabrı öğretti ve öğretmeye devam ediyor. Ve bu sabır Fenerbahçe’yi Final’e taşıyor…

Belki acı çekerek ulaşıyoruz ama olsun.
Acı yoksa zafer de yok…
https://twitter.com/ahmetceliksungu

11 Mart 2013

Fenerbahçe antrenör takımı olma yolunda




Hafta içindeki Plzen zaferinin coşkusu ve liderin puan kaybı tribünlerin dolmasını sağlamıştı. Bu sefer misafir taraftarlarca da doluydu. Maç, yeşil beyazlı tribünlerin maytapları ve onlarca meşaleleriyle birlikte başladı. Daha tribünlerdeki maytaplar susmadan ve ne olduğunu biz anlamadan bu sezon görmeye alıştığımız senaryoyla başlamıştı maç ve Fener gene 1-0 mağluptu…

Fakat golün şoku hemen atlatılmış ve özellikle Emre’yle birlikte topun hâkimiyeti ele alınmış ve ardı ardına pozisyonlar yakalanmaya başlamıştı. Bu sezonun başarıyla bitmesi halinde belki de en önemli hamle Emre’nin devre arası tekrar takıma kazandırılması olacaktır. Takımın gerçek bir beyni ve lideri olarak görev yapıyor. Attığı gol sadece usta işi değil, hayranlık duyulacak bir zekâ pırıltısıydı adeta. Golden sonra sakatlanıp çıkması klasik bir Fenerbahçe talihsizliğiydi. Yerine Topal girdi girmesine ama kesinlikle Topal’ın bir Emre olmadığını da bize net olarak gösterdi. Topal’ın hiçbir hücum organizasyonun içinde olmadığı, olamayacağı net olarak anlaşıldı. Bu değişiklikte benim gönlümden Salih geçiyordu ama olmadı tabi.

İlk yarı akılda kalan Kuyt’un direkten dönen topu, Sow’un kaleciye nişanladığı top ve Bursa’nın 45 de yarattığı tehlikeler oldu.

Gökhan ve Webo’nun yokluğunda Semih ve Topuz’a görev vermişti Kocaman. Topuz oynadığı bölgede Gökhan kadar etkili olamasa da yerini yadırgamadan oynadı. Fena da değildi. En azından Orhan Şam’dan etkili olacağında hem fikirdik hocayla. Semih ise beni kesinlikle hayal kırıklığına uğrattı. Kendisinden beklenen Webo performansının dörtte birini sahaya koyamadı. Aldığı bütün topları ezdi ve çok güçsüz gözüktü. İlk 11 çıkmasını ne kadar doğru bulmuş olsam da ikinci yarının başında kenara alınmamasını da çok yadırgadım.

Fenerbahçe 3 gün önce Plzen deplasmanından dönmesine rağmen sezon içindeki en çok koştuğu maçını oynadı. Bunda şüphesiz Kuyt’ın bitmek tükenmek bilmeyen enerjisinin yanı sıra, geldiğinden beri en efektif oyununu oynayan Meireles’in ve sol kanatta Fenerbahçe’nin yeni Gökhan Gönül’ü dediğim Hasan Ali’nin emekleri vardı. İleride Sow’un hareketli oyununa ise hiçbir Bursalının çare bulamadığının altını çizmek gerek.

Gecenin Fenerbahçe adına kare ası ; Hasan Ali, Kuyt,Emre ve Sow oldular. Fakat Kuyt için bir parantez açmak şart. Adam Duracell falan değil, bildiğin enerji santrali. Hiç durmadan koşuyor. Saraçoğlu’nda çubuklu’nun içinde böyle bir futbolcuyu izlemekten gurur duyuyorum.

Cristian ve Semih ise gecenin hayal kırıklığı yaşatan oyuncularıydı… Aykut Kocaman’ın Cristian’ı nüfusuna kaydettirecek kadar çok sevdiğine de olan inancım tamdır. Yoksa bu kadar tahammül inanılmaz. Başka türlü açıklayamıyorum.

Fenerbahçe sezon başı Aykut Kocaman’ın sözünü ettiği antrenör takımı olma yolunda hızla ilerliyor. Son haftalara baktığımızda tartışmasız Türkiye’nin en iyi ve en uyumlu top oynayan takımı görüntüsünde.   Bunda sezon arasında yapılan transferlerin de payı çok kuşkusuz. Bu transferlerin takıma katkısı ise inanılmaz. Devre arası transferlerinde bu kadar uyum ve sonuç almak hiç kolay değildir.

Fenerbahçe’yi bırak, belki de Türkiye’de bu kadar ağır bir baskı altında Aykut Kocaman kadar takım yönetmiş hoca yoktur. Çok zor bir dönemde ateşten gömlek giydi. Sadece takımını fırtınadan çıkartmayı değil, camiayı da bütünleştirmeyi başardı 3 temmuz sürecinde. Şimdi artık biraz da iade-i itibar zamanıdır hoca için.

Sonuç olarak Fenerbahçe sezonun boyu kısaldıkça futbolunu büyütmeyi başarıyor. Bu disiplin, bu konsantrasyon bozulmazsa tahminlerin ötesinde çok daha iyi bir son bekleyebilir bizleri…



24 Şubat 2013

Komutan böyle Emre'tti


 Önce Trabzon’da sükseli galibiyet sonra Avrupa’da tur gelince Saracoğlu tribünleri coşkuyla dolmuştu. Bu coşkunun sahdaki çubuklulara da sirayet ettiği belliydi ama gel gör ki, sanırım 13-14.kez mağlup duruma düşmüştü Fenerbahçe. Bundan sonra çevirmek için yine çok ama çok uğraşması gerekecekti takımın. Öyle de oldu zaten. Aykut Hoca devamlı yorgun dediği takımında Sow ve Christian’ı dışarıda Salih’i ise Kadıköy’den de dışarıda bırakıp Topal Meireles Stoch gibi oyuncularına forma vermişti. Maçtan önce attığım bir twitte maç sonu kadronun konuşulmayacağı bir sonuç olmasını isterim demiştim ama bu mümkün olmadı. İkinci yarı kimi oyundan aldıysa Hoca onlar bu akşamın zayıf halkalarıydı çok net… Bu yüzden birçok kişi hocanın tercihini sorgulamıştı…

Dakika 1 gol 1 başlasa da Fenerbahçe, aslında son dönemlerde arttırdığı vites çok bariz şekilde gözüküyordu. Evet, ikinci yarıya göre ilk yarı kötüydü ama yediği gole rağmen yine de coşkusunu ve arzusunu hiç kaybetmedi. Önemli olan da tribünleri bu maçı çevireceğine de ikna etmeye çalışmaları oldu oyuncuların. Bunların başında da gecenin kahramanı Emre geliyor şüphesiz. Çok tesadüf bir transfer sürprizi olan Emre, Fenerbahçe’nin saha içinde kaybetmek üzere olduğu ruhu geri döndürmeyi her maç başarıyor. Bu gece neredeyse kaçıncı tekrarı yapacağız ama neredeyse hayatının maçını oynadı desek abartmayız herhalde. Hem defansta hem ofansta koşuyor, koşturuyor, pas dağıtıyor, mücadele ediyor ve tüm bunlar yetmiyor bizler Emre yoruldu bitti derken o 90.dakikada topu alıp penaltı noktasını dikiyor ve soğukkanlılıkla ve Alexvari bir vuruşla takımına zaferi getiriyor… Kimbilir kaç kişi Emre topun başına geçtiğinde “çok yoruldu atmasın” demiştir. Kolay değil, helal olsun. Bu gece Emre’nin oynadığı futbola şapka çıkartmak yetmez bir de önünde saygıyla eğilmek lazım… Transfer etmeyi kim akıl ettiyse ona da saygılar selamlar…


Bu kadar eleştirdiğimiz Aykut Hoca ise takımı toparlayıp tribünleri de tekrar birleştirmek üzere mesajlar veriyor. Takımı çok zor fikstürden başarılı şekilde geçiriyor. Rotasyon yapmaya çalışsa da kulübedekiler ihanet ediyor ama o inat etmeyip doğru zamanda doğru müdahalelerle maçları alıyor.  Takım geçen hafta yazdığım gibi ritmini buluyor. Sow ile Webo’nun ayrılmaz bir ikili olduğu her maç gözüküyor. Webo’nun da transferi Fenerbahçe tarihine  “unutulmaz devre arası transferleri” olacak şekilde geçecek galiba. Yine çok çalışkandı ve kritik bir gole imzasını attı. Sow için söylenecek tek şey ise Allah nazardan saklasın. Gökhan ise yine gecenin çift ciğerli kişisiydi. İstanbul metrobüsleri gibi gitti geldi durmadan 90 dakika sağ kanattan…

Maçın hakeminin bu maçı kaldırdığı söylenemez. 1.dakikada o penaltıyı çalması ne kadar cesurca olsa da, keşke verdiği o kararın altında ezilmeden ve tribünlerden etkilenmeden ve daha da önemlisi etkilenmediğini ispatlamaya çalıştıkça daha da çığırından çıkarmadan bu maçı yönetebilseydi. Yönetemedi. Yönetemeyince de Türkiye liglerinde kolay kolay görmediğimiz ve göremeyeceğimiz bir penaltıyı üfleyiverdi. Canım Lugano’yu yıllarca al aşağı ettiler bir tane hakem çal(a)madı böyle penaltı…

Son söz; eğer bir rakip kaleci kalesini bırakıp bizim kaleye gol atmaya gidiyorsa bil ki ekinler yeşermiş, şampiyonluk da geliyor demektir. Bundan sonrasını savcılar düşünsün…



17 Şubat 2013

Fenerbahçe ritmini ve havasını buluyor




3 gün önce eksi 5 derecede 10 kişi ile 90 dakika mücadele edip böylesi bir deplasmanda 90 dakikayı gol yemeden ve bu kadar diri bitirmesi galibiyet kadar önemliydi Fenerbahçe için. Bu sezon ilk defa üst üste 3 maçı gol yemeden tamamladılar.

Sezonun ikinci yarısına önde Sow - Webo ikilisinin yanına çift ciğerli dinamik Hollandalı ile başlanınca ve arkada Emre yeniden takıma hayat verince, yavaş yavaş ritmini ve temposunu bulmaya başladı Fenerbahçe.
3 hafta önce bu kritik ve zorlu deplasmanlarda bu kadar rahat oynanacağını kimse düşünmezdi. Ama Mersin Bate ve Trabzondan 7 puan ve avantajla dönmek başarılı bir sonuç. Fakat sonuçtan daha ziyade görülüyor ki, Fenerbahçe takım olma yolunda her hafta üstüne koyuyor. Perşembe günü o kadar güç sarf edip bu gece tekrar yüksek top yüzdesiyle oynayıp dar alanda bu kadar kısa paslaşmalar yapmak hiç kolay değildi… Burada altı çizilecek adam başta Emre Belözoğlu. İspanya’dan sonra sanki daha da rahatlamış. Hem fiziken hem mental olarak maçtan hiç kopmuyor. Bu gece Fenerbahçe maçı 500 pasla bitirdiyse neredeyse 200 tanesi onun ayağından geliverdi. Orta alanda ona eşlik eden diğer isim ise geldiğinden beri en verimli maçını oynayan Mehmet Topal oldu maçta. Bu akşam gerçekten örümcek adam rolündeydi. Yetişemediğine de ağını atıverdi durdu.

Aslında maça Trabzon arkasındaki seyirci desteğiyle hızlı başlamıştı ama genelde Fenerbahçe’nin başına gelen talihsiz gol yeme hastalığı bu sefer Trabzonspor’a geçmişti. Keza 2.gol de, Trabzon’un gol mü değil mi tartışmaları yapılan vuruşu da hepsi Trabzonspor’un talihsizlikleriydi. Bu kadar talihsizliğin aynı anda Fenerbahçe maçına denk gelmesinin de bir ilahi açıklaması vardır elbet. 1,5 yıldır futboldan daha çok Aziz Yıldırım’a ve Fenerbahçe’nin müzesindeki kupa’ya takanlar için normal sayılması gereken bir sonuç olmalı bence. Bu kadar Fenerbahçe’linin ahını almış olmak kolay değil.

Fenerbahçe’de öne çıkan isimleri sayarken Emre ve Topal’dan sonra kesinlikle Kuyt ve Gökhan’ı da eklemek gerekir. Kuyt uzun zamandır üzerine yapışan durgunluktan formsuzluktan kurtulmuş gibiydi bugün. Gökhan ise en rahat maçlarından birini oynadı. Sağ taraftan devamlı geldi. Attığı gol ise klâsına çok yakıştı. Cristian ise yine attığı gol ve Gökhan’a asisti ile bir 10 maç falan yerini garantiledi…

Sonuç olarak Fenerbahçe yine Avni Aker’den taş yiyip gol atarak ayrıldı ve şampiyonluk yarışına devam mesajı verdi. 

Şimdi Perşembe gecesi Avrupa’ya devam deme sırasında…

https://twitter.com/ahmetceliksungu

24 Ocak 2013

Saracoğlu'nda geleceğe düşülen not:Salih Uçan



 Futbol o kadar ilginç bir oyun ki, sahada dünyanın bildiği milyon avroluk yıldızları dururken siz bazen gencecik bir çocuğun heyecanıyla birlikte yaşarsınız coşkunuzu… Onunla birlikte çarpar yüreğiniz… Gözünüzden sakınır, dilinizi ısırır, kulak memenizi çekip tahtaya üç kez vurmak zorunda kalırsınız kendinizi… Bizi bu denli heyecanlandıran bu genç adam bu gece Salih Uçan’dan başkası değildi… Hafta sonu Fenerbahçe saha içi liderini arıyor diye yazmıştım ama bu genç adam şimdi olmasa da, birkaç zaman sonra saha içi lideriniz benim dercesine oynadı bu gece. Ön tarafta devamlı hareket halindeydi. İnce bileklerini her top alışında gösterdi. Soğukkanlılıkla attığı milimetrik  paslar ve hep ileriye oynama isteğiyle ve sahadaki duruşuyla bize aynı zamanda Oğuz Çetin’i de anımsattı. Umarım ileride Oğuz Çetin gibi bu takımın bir maestrosu olur… Salih bu gece takımın en öne çıkan ismi oldu kuşkusuz. Fransa’da Belhanda’ya dünyaları saymaya hazırken eldeki Salih Uçan’dan Belhanda’yı yaratmak hiç de zor değil aslında. Salih’e üst üste forma veren Aykut Kocaman’a da teşekkürler. Salih bugün geleceğe düşülmüş bir not gibi yazıldı Saracoğlu’nun çimlerine…

Hafta içi olması ve geçen maçtaki puan kaybına rağmen Tribünler beklediğimden daha doluydu. Bende iyi ki gitmiştim maça. Güzel ve keyifli bir gece oldu. Salih’i canlı seyretmek, Semih’in yeniden doğuşuna şahit olmak, 1 yıl sonra ilk penaltıyı görebilmek, yine yeni bir gencin (Beykan) ilk golüne tanıklık etmek keyifliydi. Tribünler biraz da olsa gerilimlerini boşalttılar bu galibiyetle. Takım şayet konsantre olursa, rakip seçmeyip disiplinden taviz vermezse, yardımlaşmayı arttırıp önde basmayı ve alan daraltmayı başarırsa işinin çok daha iyi olacağını biliyor… Geçen maç belli ki, biraz utanmışlardı. Bu yüzden maça da önde baskı ile başladılar. Bu maçta en çok gördüğümüz de buydu. Yine organize atak geliştirmede zorlansa da, topun daha fazla kendisinde kalmasını sağladı ve pas yüzdesini bu sefer rakip alanda daha fazla arttırdı. Üstelik bunu yaparken, Meireles’in ve Salih’in kadroda olmalarının da etkisi büyüktü. İstatistiklerde dikine pas veya ileriye pas analizi var mı bilmiyorum ama bu maçta bu istatistiğin mutlaka daha fazla çıkacağına inanıyorum.

Bunun haricinde Semih’in yeniden kıpırdamaya başladığını ve coşkusunu yeniden kazandığını görmek çok güzel. Kim ne derse desin Semih hep genç’tir genç kalacaktır. Onun tecrübesi, oyun anlayışı ve fırsatçılığı Sow’un yükünü alma konusunda çok fayda sağlayacaktır takıma. Bugün de çok çalıştı ve karşılığını biri penaltıdan diğeri oldukça tuhaf 2 golle aldı. Sow’la uyumunu arttırdığında takımın gol yüzdesi de artacaktır.
Geride Bekir-Egemen ikilisi, Serdar-Egemen ikilisi şeklinde çıkılan maçlardan daha fazla güven verdiler. Bekir bu takımın net olarak 1.stoperi Bekir olarak gözüküyor. Meireles’in maç eksikliği sarı kart fazlalığı vardır. Hakem Meireles’e çok erken ve çok kolay kartını gösterdi. Fakat biz şaşırdık mı ? Elbette hayır. Muhtemelen Meireles sezon sonuna kadar bu kartlara alışsa iyi eder. Çünkü MHK’nin bu rezil tutumu ve ırkçı anlayış ile Meireles’i tüm hakemlere hedef göstermiştir. Kariyerinde ilk kırmızıyı burada alan Meireles’in muhtemelen ikinci kırmızıyı da burada alacağına inancım tamdır.

Sonuç olarak Fenerbahçe kupada doludizgin gidiyor. Umarım bu doludizgin benzetmesini lige de taşırlar.

20 Ocak 2013

Fenerbahçe oyun içi liderini arıyor




Maçtan önce ligin son haftasındaki o trajik Karabük maçının geride kaldığını ve yeni bir başlangıç yapmak için en uygun rakibin Elazığspor olduğunu düşünüyordum. Üstelik rakiplerin hepsi puan ve puanlar kaybetmişti… Saraçoğlu’na geldiğimizde Aykut Kocaman kadar taraftar da inanmıştı futbolcuların verdiği söze… Ama yılda 3-5 milyon avro’yu her şartta kazanan futbolcunun verdiği söze güvenilmeyeceğini ilk yarıdaki oyun ve 0-2’lik sonuçla içeri girdiğimizde anladık… Bir de biz ne zaman Galatasaray puan bıraktığında kazanmıştık ki…

Kuyt yine sol açıkta şaşkın oyuncuydu. Krasiç’ten ise her maç bir umut doğuruyoruz ama nafile. Sezon başı kamp yemeyen oyuncudan hayır gelmiyor işte. Geride Serdar maalesef bitik ve Fenerbahçe’nin stoperi olabilecek kapasiteden çok uzakta ve kırılgan. Sürat ise hiç yok. Kalede Volkan eski görüntüsünün yanına bile yaklaşamamış. Karabük maçında ne kadar kötüyse yine öyleydi. Sakatsan oynamayacaksın işte o kadar. Devre arasındaki tüm maçlarda Mert başarıyla oynadı bırak o devam etsin senin sakatlığın geçene kadar. Ya da konsantrasyonunu toplayana kadar. Yediği iki gol de Volkan’ın klâsına yakışmayacak gollerdi.
Fenerbahçe’nin saha içi lideri olmadığı o kadar açık gözüküyor ki hep bir karmaşa hakim oyunda. Doğru düzgün bir atak anlayışı yok takımın. Oyuncular benim yerim burası değil diye bas bas bağırıyor. Christian’ın Alex gibi oynamaya çalıştığı ve hiçbir şey yapamadığı bu kaçıncı maç oldu ben bilmiyorum.  Aykut Hoca bakıyor olmuyor takım geriye düşünce Christian’I tekrar geriye çekiyor.  Kuyt yine solda ve niye solda bunu da bilmiyorum.  Kuyt’ın bu alanda verimsizliği çok açık, üstelik formunda da düşüş var. Ama nedense o da Baroni gibi asla kesik yemeyenlerden. Caner devşirme bek oynuyor ama takımda sol bek yok. Kaç sene geçti hâlâ sattığımız Vederson’un bile yerini dolduramıyoruz.

Hocasına gitme deyip söz verenler, koca ilk yarıyı çöpe attılar gene. Üstelik kaleye doğru düzgün şut bile çekemeden. Takımın üstüne bazen öyle bir gamsızlık çöküyor ki, ne rakibe ne hakeme ne de kendi oyunlarına bir isyan bir haykırış gösteremiyorlar.
İkinci yarı Semih ve Topuz hamlesi doğru bir hamle gibi gözüküyordu ve bu hamle oyunda baskıyı da beraberinde getirdi fakat Fenerbahçe yine akıldan yoksun oynuyordu. Hücumların etkisinin daha çok şişirmelerle ve panikle sonuç bulması bekleniyordu oyuncular tarafından.  

Fenerbahçe’nin Karabük maçından farkı, sadece ikinci yarıda ortaya koyduğu mücadeleydi. Çok pozisyon yaratıldı evet ama bu kadar cömert olmanın da şansla açıklaması pek mümkün değil.
Musa Sow’u ise kenara ayırmak lazım. Bu kadar yalnızlıktan, bu kadar üretimsizlikten elinde avucunda ne varsa ortaya döküyor ve kendine pozisyon çıkartıyor, gol atıyor, pas veriyor, gol kaçırıyor. Keşke yanında bir Musa Sow daha olsa.

Fenerbahçe bu maçı ilk yarıdaki oyun ve skorla kaybetseydi bu gece sezonu da kaybedecekti. Şimdi bu son biraz ertelenmiş gibi gözüküyor. Umarım futbolcular hâlen nasılsa 3 kulvarda da gidiyoruz demezler yine. Çünkü gittikleri yol çok kısaldı ve benzin ise bitmek üzere ve en küçük bir kıvılcımda taraftarlar patlayacak seviyede…

Son söz ise taraftarı aptal sanan yönetime; hep dediğim gibi 3 Temmuz’dan sonra Fenerbahçe’de yönetim ortadan kaybolmuştur. Halen de yoklar ortada.

Neyse, transferlerin 6 Ocak’ta biteceğini söyleyenler haftaya sağ bekte Orhan Şam’ı, Stoperde de Serdar Kesimal’ı doya doya seyretsinler…